Sihirli Çömlek Masalı

Bir varmış bir yokmuş…

Karlı dağların ardındaki bir köyde yoksul mu yoksul bir adam yaşarmış. Bu adamın üç oğlu varmış. En küçüğünün adı Bulut, ortancanın Rüzgar, en büyüğünün de Bora’ymış. Çocuklar büyüyüp birer delikanlı olduklarında adam da yaşlanıp kocamış, elden ayaktan düşmüş. Artık oğullarının eli iş tutma vakti geldiğini anlamış da bir gün yanına çağırmış oğullarını.

“Artık büyüdünüz ve kendi ekmeğinizi kazanma çağına geldiniz. Ama yoksul babanızın sahip olduğu bir avuç toprak birinizi bile doyurmaz. Bunu bildiğim içindir ki bu yoksulluk içinde bile yemedim, içmedim ve sizin için üç altın biriktirdim. Şimdi üçünüze birer altın pay edeceğim. Bu bir altınla varın uzaklara gidip kısmetinizi arayın. Aklını kullanan, baba ocağına zengin döner. Kullanmayan ise onu yiyip tüketir ve ömrünce yoksul yaşamaya razı olur. Haydi oğullarım, yolunuz da bahtınız da açık olsun!”

Adam, sözünü bitirince üç oğlunun da avucuna birer altın koymuş, alınlarından öpmüş. Onlar da babalarının elini öpüp düşmüşler gurbet yollarına. Gitmişler, gitmişler ve yolun üçe ayrıldığı bir kavşağa gelmişler. Bora sağa giden yolu gösterip, “Ben bu yoldan gidiyorum,” demiş. Rüzgar da sola giden yolu göstermiş. “Ben de bu yolda gidiyorum” demiş. En küçük kardeş Bulut’a da ortadaki yol kalmış. Birbirleriyle sarılıp helalleştikten sonra herkes kendi yoluna gitmiş.

Bora ile Rüzgar’ın önlerine, gide gide kocaman bir şehir çıkmış. Onlar bu şehirlerde akıllarını kullanıp ellerindeki birer altını üçe beşe, sonra ona çıkarmışlar. Bununla da yetinmeyip daha da bir güçle çalışmışlar ve birer kese altın sahibi olarak bir zaman sonra baba yurduna dönmüşler. Gelelim en küçük kardeş Bulut’a…

Onun yolu da gide gide bir dağın eteğinde son bulmuş. Bulut, “Ben bu kuş uçmaz, kervan geçmez ellerde neyler, ne ederim?” diye düşünürken az ötede küçük, viran bir kulübe görmüş. Yürümüş, varmış kulübenin kapısına. Açık duran kapıdan başını uzatıp bakmış ki yerdeki döşekte yaşlı bir kadın yatmakta. İçeri girmiş, kadının başı ucunda dikilip sormuş:

“Hayrola nine? Bu uzak, ıssız yerde bir başına ne ararsın?” Kadın, yüzünü Bulut’tan yana dönüp gülümsemiş. “Bütün yakınlarım göçünü alıp bu dünyadan gittiler oğul. Ben de böyle bir başıma gideceğim zamanı beklerim.” Peki, ne yer, ne içersin?”

“Yeme içme neme gerek benim? Gitmek için gün sayarım burada.” Bulut’un bir acımış yüreği, bir acımış ki! Kulübeyi köşe bucak aramış ama bir-iki çaputtan başka bir şey bulamamış. Sadece ağzı kırık bir çömlek varmış bir köşede. Çömleği kapmış, kulübeden çıkıp az ileride akan dereye varmış. Çömleği buz gibi duru suyla doldurmuş, yeniden kadının yanına gelmiş. “Al, iç nine. Kana kana iç!”

Kadın suyu içmiş. Bulut’un yüzüne yeniden gülümsemiş. “Dilerim bu çömlek senin kısmetinle dolsun” demiş. Bulut bu defa kulübeden çıkıp hemen bitişikteki ormana dalmış. Elindeki çömleği olgun yemişlerle doldurup kulübeye dönmüş. “Al, nine. Doya doya ye!” Günlerdir aç olan kadın yemişlerle karının doyurmuş, yine aynı dilekte bulunmuş. “Dilerim bu çömlek senin kısmetinle dolsun.”

Yaşlı kadın, karnını doyurunca bir parça canlanmış, doğrulup oturmuş yatağında. “Haydi oğul, yolcu yolunda gerek. Var git nereye gideceksen. Bu uzak, ıssız ellerde fazla oyalanma.” Bulut eğilip ellerini tutmuş yaşlı kadının.

“Bir kere gördüm ya seni ninem, ele yardıma muhtaç olduğunu gördüm ya. Artık kovsan da gidemem. Burada kalıp sana gidinceye kadar hizmet ederim.” Ve öyle yapmış Bulut. Kadına tam üç yıl boyu hizmet etmiş. Ve hep o ağzı kırık çömlekle taşımış yiyeceğini, içeceğini. Yaşlı kadın da her defasında gönlünden aynı dileği tekrarlamış durmuş.

“Dilerim bu çömlek senin kısmetinle dolsun.” Üç yılın bitiminde, gitmiş yaşlı kadın. Giderken de çağırmış başucuna Bulut’u. “Bana bir oğul gibi hatta ondan da güzel baktın. Şimdi ben de göçümü alır giderim bu dünyadan. Ama giderken boş komam seni oğul. Beni doyurduğun bu kırık çömlek var ya, onu bırakırım sana. Ben gidince var baba yurduna geri dön. Ama sakın çömleği gereksiz görüp yanına almamazlık etme,” demiş ve ruhunu teslim etmiş yaşlı kadın.

Bulut, kulübenin hemen yanında bir mezar kazmış kadına. Başına da bir taş dikmiş. Sonra dualar edip dönüş yolunu tutmuş. Ve elbette ki kırık çömleği yanına almayı da unutmamış. Bir süre sonra yorulmuş, karnı acıkmış. Sağına doluna bakınmış; ne bir bostan, ne bir bağ, ne de bir yemiş ağacı varmış çevrede. Yolun kıyısına çaresiz ve üzgün biçimde oturmuş, başını eğip söylenmeye başlamış kendi kendine:

“Keşke bu çömlek yiyecekle dolu olsaydı da…” Daha sözünü tamamlayamamış ki, çömleğin ağzına kadar en güzel yiyeceklerle dolu olduğunu görmüş. Önce inanası gelmemiş gördüğüne. Sonra çömleğin başına çökmüş, ne kadar yiyecek varsa silip süpürmüş.

Karnı doyunca, susamış olduğunu fark etmiş. Buz gibi o dağ suyundan çekmiş canı. “Keşke bu çömlek…” demeye kalmadan çömlek suyla dolmuş. Çömleği başına dikmiş Bulut, kana kana su içmiş. Sonra oracığa uzanmış, tatlı derin bir uykuya dalmış. Uyandığında, gün bitmek üzereymiş. Kırık çömleğini koluna takıp yeniden yola düşmüş. Üç gün üç gece yiyip içip dinlenerek yürümüş, dördüncü günün sabahı baba evine erişmiş.

Babası ve iki ağabeyi sevinçle karşılamışlar Bulut’u. Sarılıp öpmüşler, özlem gidermişler. Ardından, baba merakla sormuş Buluta’a: “Ağabeylerin verdiğim birer altını çoğaltıp zengin oldular oğul. Sen ne yaptın şunca yıl yaban ellerde? Ne getirdin?” Bulut, bir köseye bıraktığı kırık çömleği kapıp gelmiş, orta yere koymuş.

“Ben de bunu kazanıp getirdim baba.” Babası ve iki ağabeyi yerdeki kırık çömleğe bakmışlar, bakmışlar. Üçü de ağlamaklı olmuş kederinden. Baba, ellerini dizlerine vura vura söylenmeye başlamış: “A benim ahmak oğlum! A benim salak oğlum! Ben sizi başka diyarlara gönderirken, aklınızı kullanın dememiş miydim? Bu mu onca yılda kazandığın? Bir kırık çömlek mi oğul?” Bulut yediği bu azarlara hiç aldırmamış. Aksine, ışıklı gülücükler varmış yüzünde.

“Dur üzülme baba! Ben istemez miydim ağabeylerim gibi aklımı kullanıp zengin olmayı? Ama ben gönlümü kullandım aklım yerime,” demiş ve orta yerde duran çömleğe gözlerini dikip usulca söylenmiş. “Keşke bu çömlek altınla dolu olsaydı…” Sözleri biter bitmez, boş çömlek birden sarı sarı altınlarla doluvermiş ağzına kadar.

Baba ve iki ağabey donmuş kalmışlar öyle. Şaşkınlıkları sonra erince, babası ve ağabeylerine başından geçenleri anlatmış Bulut. Baba, söyledikleri için pişman olmuş, oğlundan özür dilemiş. Bulut, ülkenin en zengin ve en hayırsever adamı olarak mutlu, uzun bir yaşam sürmüş.

Sevgili Aileler; Bir Masal sitemizin size ve çocuklara faydalı olduğunu umarak masallar seçiyor, beğendiğinizi ve bizi takip ettiğinizi umuyoruz. Bizlere de faydalı olması açısından lütfen yorum bırakmayı unutmayın 🙂

Bir Masal sitemizin uygulamasını artık Akıllı telefonlarınıza yükleyebilirsiniz, Buraya tıklayarak Google Play’den Bir Masal uygulamamızı indirin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir