Keloğan Ve Korkak Devler Masalı

Keloglan Masallari
  Bir varmış
bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yaşlı bir nine ile oğlu
varmış. Kafası kel olduğundan, herkes o oğlana Keloğlan dermiş.
Keloğlan,
keyfine çok düşkünmüş, sabah erkenden kalkar, akşamlara kadar sinek avlar, fare
kovalar, daha güneş batar batmaz, uyuz kediler gibi ocak başına büzülürmüş. İş,
güç ne yaparmış, ne de severmiş. Yaşlı annesi, oğlunun bu miskin, bu tembel
huyundan çok dertliymiş. Birçok kereler, yahut sayısız defalar uyarmış, ama
Keloğlan hiç aldırış etmemiş, sineklere avlamaya, tavuklara kışlamaya, dev
gibi fareleri de kovalamaya devam etmiş.

O kadar
tembellik ediyormuş ki, keçileri ile eşeği bile yayılmaya götürmemiş,
hayvancıklar açlıktan ölmüş. Yaşlı annesi, artık daha fazla dayanamamış, oğlum,
uşağım dememiş, almış eline kocaman bir sopa düşmüş peşine. Neresine gelirse
pat pat vurmuş. Neredeyse, Keloğlan’ın kafası kırılmış.

Keloğlan
bakmış ki anasının dayaktan vazgeçeceği yok, acımadan öldürecek, canlı canlı da
mezara gömecek. Ardına bile dönüp bakmadan kaçıp gitmiş. Çok para kazanmadan
eve dönmeyecekmiş.
Az gitmiş,
uz gitmiş, gide gide bir kasabaya inmiş. Karnı da çok ama çok acıkmış. Parası
da ya azmış yahut hiç yokmuş. Bir kocakarının evine varmış, kapısını vurmuş,
ekmek istemiş, yemiş…

İş aramış,
bulamamış, bir güzel de yorulmuş. Geri dönmemeye pek kararlıymış ya, ne olur
ne olmaz, dağlarda, ormanlarda lazım olur diye düşünmüş. Bir demirci dükkanına
varıp, kendine demir bir kılıç yaptırmış. Takmamış beline, almış eline. O kadar
çok yol gitmiş ki, kaç köy, kaç kasaba geçtiğini unutmuş. Çok sessiz ve
karanlık bir gecede, bir derin vadiye inmiş. Eli kılıcında gözü sesteymiş.
Bir gürültü
ile irkilmiş. Kulak kabartmış, çok korkmuş. Bu sesleri daha önce hiç duymamış.
İnmiş daha da aşağılara,gördüğü manzara, az kalsın aklını başından alacakmış.
Birçok dev, bir arabadaymış. Durmadan konuşuyorlarmış. Meğer devler düğün
yemeği pişirirmiş. 

Kocaman kocaman ocakları varmış. Ev büyüklüğündeki
kazanların biri indirilip biri bindiriliyormuş. O kadar meraklanmış ki
Keloğlan, daha yakından görmek için birkaç adım yürümüş. Her nasılsa devin
birisi kendisini görmüş. Demir kılıç yaptırdığına çok sevinmiş. Ama bu kadar
dev ile nasıl baş edeceğini düşündükçe, üzülmüş, korkmuş. Korkmakla olmuyormuş,
yiğitliği tutmuş.

Kendisine
bakınıp duran dev, çok neşeli bir kahkaha patlatmış, bütün dağları
dalgalandırmış. Arkadaşlarına dönmüş, şöyle seslenmiş,
“Bulduk,
bulduk.”
Bir dev, “Ne
buldun” diye sormuş.
Keloğlanı
gören dev, ağzından salyalar akıta akıta, “Bir insan” demiş, “bir insan.”
Başka bir
dev, pek iştahlı imiş. “Çoktandır insan eti yememiştik.” Ayağımıza kadar geldi.
Hep birlikte
bir “hey” çekmişler, Keloğlanı yemeğe karar vermişler.
Keloğlan,
bakmış ki durum ciddi. Kaçsa nereye kaçacak? Dövüşmeye kalkışsa beceremeyecek.
“Şunları hele bir korkutayım” diye düşünmüş ve gayet sert bir sesle haykırmış:
“Yüreğiniz
varsa topunuz birden gelin!”

Devler, yedi
dağı titreten bir kahkaha atmış. “Acaba şu zavallı çocuk neyine güveniyor”
diyen bir dev, Keloğlan’ın yanına çıkmış, demir kılıcı görünce irkilmiş,
arkadaşlarına seslenmiş: “Hey dikkatli olun, Miron Padişahı’nın büyülü kılıcına
benzeyen bir kılıcı var.”
Bu sözler
üzerine Keloğlan bayağı sevinmiş, hem de yalancı pehlivanlar gibi şov yapmaya,
el kol sallamaya başlamış. Bir şeyler daha söylemiş: “Benden hatırlatması
devler, acırım size, yazık olur hepinize.” Devlerden biri biraz alaycı bir
dille, “Çok kabadayılık yapıyorsun yavru insan. Eni konu bir kılıcın var”
demiş.

Keloğlan
kılıcını havaya kaldırıp konuşmuş: “Şimdi kılıcımı iki kez sallarsam, hepiniz
ölürsünüz. Çünkü zehir saçar.” Çok korkmuş devler. Birkaç adım geri
çekilmişler. Birkaç tanesi kaçıp gitmiş, birkaç tanesi korkusundan yerlere
yığılmış. Bakmış ki söylediği her söz devler üzerinde büyük etkiler yapıyor,
şöyle demiş Keloğlan:
“Korkmayın,
korkmayın! Eğer dediğimi yaparsanız kılıcımı sallamam.”
Bir dev,
“Emriniz olur keloğlan. Hemen söyle ne istediğini. Yapmaya hazırız. Bize
dokunma yeter ki. Ne olursun, yiğit delikanlı! O kadar çok şişinmiş ki Keloğlan,
aç karnını bastıra bastıra emir vermiş devlere:
“En güzel
yemeklerinizden bana güzel bir sofra hazırlayın bakalım. Hadi, durmayın daha
öyle karşımda pısırık pısırık. Sallarsam kılıcı, sonunuz olur çok acı.”
Sevinmiş
devler, bir de takla atmışlar kocaman kocaman gövdeleriyle. Titrek titrek
konuşmuşlar. “Aman Keloğlan, kılıcı zehirli yiğit oğlan, dokunma bize, hemen
sofranı hazırlıyoruz” demişler. Göz açıp yummaya kalmadan mükellef bir sofra
kurulmuş. Karnı çok aç olan keloğlan, sofradaki yemeklerin tümünü yemiş. Biraz
da yanına almış öteberilerden. Kalkmış yoluna giderken devlerden biri şöyle
demiş: “Ey yiğit, seninle bir pazarlık yapalım mı?”
“Ne
pazarlığı” diye sormuş Keloğlan.

“Şu kılıcını
bize satar mısın” demiş dev.
Keloğlan
ağırdan almış, işi iyice kıymete bindirmiş. “Hoppala… Oldu mu ya şimdi? Siz
taşıyamazsınız ki onu.”
“Niçin
taşıyamayız ki kılıcı? Biz çok güçlüyüz” diyen bir deve şu karşılığı vermiş:
“Üstelik o
kadar pahalıdır ki bu, paranız yetmez.”
Yaşlı dev,
“İki küp altına ne dersin Keloğlan” diye sormuş.
Bu öneri çok
hoşuna gitmiş Keloğlan’ın. “Nerede altınlar” diye sormuş.
Çok memnun
kalan yaşlı dev:

“Biraz
ötede, Çengir Vadisi’nin düzlük yerinde” diye tarif etmiş, bir yakut sandık
var. Altınlar o sandığın içinde. Bize yasak oralara yaklaşmak. Ama senin için
bir sakıncası yok. Git ve al!”
Buna aklı
yatmış Keloğlan’ın, şöyle karşılık vermiş:
“Kılıcın
ağırlığını azalttım. Özel bir duası var, onu okudum. Fakat zehir saçmasını
engellemedim. Kılıcı şuraya bırakıyorum. Ben buradan tamamen uzaklaşıncaya
kadar sakın dokunmayın. Çünkü, kokumu alır almaz zehir kusar,benden
hatırlatması.”
Devler
korkuyla karışık bir duyguyla, “Hay hay emriniz olur Keloğlan, hele yürü git
sen” demişler. Kılıcı yere bırakan Keloğlan el sallayarak çekip gitmiş. Çengir
Vadisi’ne varan Keloğlan, yakut sandığı bulmuş. Hemen omzuna alıp yola girmiş.
Keyfinden de türkü söylermiş. Biz bakalım devlerin haline.

Bir zaman
sonra, kılıcı yerden almışlar, bir de bakmışlar ki ne zehir saçıyor ne de
kesiyor. Kandırıldıklarını anlayan devler, bunu hazmedememiş. Bir insan
yavrusunun oyununa gelmenin hırsıyla çileden çıkmışlar. Aralarından üç deve
görev vermişler. Tutup Keloğlanı getirmelerini istemişler. Büyük bir intikam
duygusu ile Keloğlan’ın peşine düşen devler, gitmiş, gitmiş, ama onu
bulamamışlar. Yine devam etmişler, ama biri uçurumdan yuvarlanmış, biri
yorgunluktan düşüp ölmüş. Üçüncüsü ise tek başına aramayı sürdürmüş.
Keloğlan
hâlâ gidermiş. Islığını da hiç kesmezmiş. Bir ormanlıktan geçerken, bir tilki
ile karşılaşmışlar. İkisi de birbirini çok sevmiş. Selamlaşmış, oturup iki laf
etmişler. Tam bu sırada oturdukları yer titremeye başlamış.

“Eyvah”
demiş tilki “neler oluyor?”
Hemen,
durumu anlamış Keloğlan:
“Korkacak
bir şey yok, bir dev bize doğru geliyor.”
Fakat böyle
derken tilkiye güvenirmiş Keloğlan. Yoksa korkudan az kalsın düşüp
bayılacakmış. Yer sarsılmaya, havada toz bulutları belirmeye, ağaçlar da
sallanmaya başlamış. Dev giderek yaklaşıyormuş. Keloğlan’ın yüzü gözü sararmış.
Tilki, acımış arkadaşına. Biraz önce, erkeklik havaları atmasına zaten
inanmamışmış. Moral vermek istemiş:
“Buraların
kıralı benim Keloğlan, dev tek başına değil ordusuyla gelse para etmez.”
Keloğlan
sevinç içinde ellerini çırpmış, tilkiyi kulaklarından tutup sevmiş. Tilki
hesapsız yardım eder mi? Devin sıcak nefesi alev alev yüzlerini yalamaya
başlamış ama, hâlâ tilkide bir hareket yokmuş.
Keloğlan
titremeye başlamış. “Etme tilki kardeş” demiş, “kurbanın olayım, kurtar beni şu
devin elinden.”

“Ben seni
kurtaracağım ama, sen de bana bir konuda yardımcı olacaksın. Anlaştık, değil
mi” demiş tilki. Hiçbir şey düşünemiyormuş Keloğlan.
“O iş o
kolay, hadi artık ne yapacaksan yap” diye yalvarmış.
Tilki,
havalara bakmış, etrafı dikizlemiş ve öyle bir ulumuş ki yer gök inlemiş. Bir
anda yüzlerce tilki etrafına toplanmış. Bu kadar tilkiyi birarada gören dev,
korkusundan olduğu yere yıkılıp ölmüş. Tilki, yeniden ulumuş, yüzlerce tilki
kaybolmuş.
Keloğlanı
bir düşünce almış, “acaba tilki yakut sandığı ister miymiş?” Tilki sitem etmiş,
“Hâlâ ne istediğimi sormayacak mısın Keloğlan kardeş?”
Mahçup olan
Keloğlan kuşkulu kuşkulu karşılık vermiş, “Sıkıntıdan hep unuttum, buyur seni
dinliyorum.”

Tilki
anlatmış meramını:
“Şu ileride
bir ev var. Bu evin avlusunda öyle güzel bir tavuk gördüm ki hâlâ unutamıyorum.
Bembeyaz başı, altın gibi tüyleri var. Parıl parıl parlıyor. Kırmızı
gagalarıyla rüyalarıma giriyor. Kaç defadır denedim, yakalayamadım. Kırk günden
beri ortalıkta göremiyorum. Ne yap yap,bu tavuğu bana getir!”
Tilkinin
isteğinin yakut sandık olmamasına çok sevinmiş Keloğlan. “İstediğin buysa olmuş
bil” demiş hemen gitmiş.
Araya
sora,tavuğun sahibini bulmuş Keloğlan. Selam vermiş. Yakut sandığı yere
bırakmış. Tavuğun sahibi sormuş, “Nereden gelip nereye gidersin Keloğlan?”
“Uzaklardan gelip uzaklara gidiyorum” diye cevap vermiş Keloğlan.

Az sonra,
çok güzel bir kızın, elindeki ayran tası ile geldiğini görmüş. Çarpılmış, başı
dönmüş. Bakakalmış kıza. Ayranı başına dikmiş, üstüne başına dökmüş. “Hah”
demiş, “Ben aradığımı bumdum, altın küpü ve şu güzel kız. Daha ne isterim ki”
diye düşünmüş, tavuğu söylemeyi unutmuş. Ev sahipleri “Bu sandığın içinde ne
var” diye sormuş. Keloğlan “altın var” diye yanıtlamış.
Adamın
gözleri fal taşı gibi açılmış, bakışları sandıkta kalmış. Mutlaka sahip olmak
istemiş. Keloğlan’ın aklı fikri kızdaymış. Tilki bekleye bekleye ağaç olmuş,
sinirinden ulumuş.
Bunu işiten
tavuğun sahibi “avucunu yala” diye söylenmiş. “Aaaa… vay be” demiş Keloğlan.
“Ne var”
diye sormuş adam. “Ne öyle ay, vay deyip durdun?”
“Bir ses
duydum” demiş Keloğlan, “tilki sesiydi galiba.”
Asıl
niyetini gizlemiş.

Adamın sesi
sertleşmiş: “Bıktım usandım bu pis düşmandan. Akşam sabah vurmak için
bekliyorum, bir türlü denk getiremiyorum…”
“Tavuğun,
horozun çok mu” demiş keloğlan.
“Hiçbiri
umurumda değil” diye konuşmuş adam, yalnız beyaz başlı, kırmızı gagalı, altın
tüylü bir tavuğum var ki. Tilkinin yüzünden kümeste ölecek. Görsen hele bir
Keloğlan, dünyada bu kadar güzel tavuk yoktur.”
“Sat bana”
diyen Keloğlan’a şöyle demiş adam:
“Olur ama
pazarlıksız yumurta bile satılmaz.”
Keloğlan,
“ne istersin” demiş. Adam “sandıkla değişelim” demiş.
Keloğlan,
“Çocuk mu kandırıyorsun? Hiçbir sandık altın bir tavuğa verilir mi be adam?”
Adam, “Sen
özelliklerini biliyor musun tavuğumun? Ezbere konuşma” demiş.
Meraklanmış
Keloğlan: “Sahi mi, ne özellikleri varmış tavuğunuzun?”
“Çok güzel
gıdaklar” diye cevap vermiş adam.

“Bir kahkaha
atmış Keloğlan. “Gıdaklamayan tavuk mu olur?”
Adam, “İyi
ama benimki güzel gıdaklama yarışmalarında hep birinci gelir, çok para
kazandım…”
“Bak sen
sahiden pek hünerliymiş. Bir gıdaklasın da göreyim” demiş Keloğlan.
Adam başını
sallamış: “Şimdi olmaz.”
Keloğlan,
“Neden olmazmış” demiş. Adam, “tilki pusuda bekliyor, duymadın mı” diye
yanıtlamış.
“Doğru, peki
zaten kümesten çıkaramıyorsun, sat gitsin baha uygun bir fiyata” diye yeniden
üstelemiş Keloğlan.

Adam bu
fikre bayılmış, “öyle ya” demiş içinden “kümeste ölüp gidecek.” Çetin bir
pazarlık yapmışlar. İki kese altına anlaşmışlar. Tavukla birlikte sandığını da
alıp yola koyulan Keloğlan, gidip tilkiyi bulmuş, tavuğu teslim etmiş. Çok
teşekkür eden tilki, sevinçli sevinçli ormanlara doğru giderken Keloğlan da
yakut sandığı omzunda köyün yolunu tutmuş.
Keloğlan’ın
bir sandık dolusu altınla geldiğini gören yaşlı anası, çok memnun olmuş,
kucaklayıp bağrına basmış. Bir sürü de dualar etmiş. Keloğlan sandığı eve
bırakmış. Anasına demiş ki, “Ne istersin ana, söyle de ineyim pazara.”

Birkaç
yiyecek almasını söylemiş anası Keloğlan’a. O da inmiş pazara. Doldurmuş
çuvalları erzakla yüklemiş eşeğine. Bütün köylüler şaşırmış bu işe. Artık
herkes kızını vermek için sıraya girmiş. Anası da çok sevinmiş ama Keloğlan,
“Beni dün fakirken hor görenlerin kızını almayacağım ana, benim gönlüm, kırmızı
gagalı, beyaz başlı, altın tüylü tavuğun sahibinin kızında tez hemen istemeye
git.”
Anası,
giyinmiş, kuşanmış, araya sora kızın babasını bulmuş. “Keloğlan’ın anasıyım,
kızını istemeye geldim” demiş. Adam kızının böyle zengin birisi tarafından
istenmesine öyle sevinmiş ki, hiç naz etmemiş, vermiş.” Hemen süslemiş, allamış
pullamış, katmış kızını yaşlı kadının yanına.

Bütün köyde
herkese parmak ısırtan bir düğünle dünya evine girmiş Keloğlan. Çok mutlu bir
ömür sürmüş karısı ve anasıyla.
Gökten üç elma düşmüş biri masalı yazanın başına biri okuyanın başına biride bu masalı dinleyenin başına…
Editörün Notu: Bir masal sitemiz siz anne ve babaların çocukların zihinsel gelişimine faydalı olmak amacı ile masallar düzenlemektedir. Eğer masalımızı beğendiyseniz aşağıda yorumlarınızı bekliyoruz. Bu sayede hem biz hem de masalı okumak isteyecek diğer aileler yardımcı olduğunuz için mutlu olacaktır. Teşekkürler.

Önemli Not: Bir Masal sitemizin uygulamasını artık Akıllı telefonlarınıza yükleyebilirsiniz, Buraya tıklayarak Google Play’den Bir Masal uygulamamızı indirin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir