Dingin Ormanın En Uçtaki Ağacı

 

Bir varmış, hep varmış… Dağların doruklarında, yağmuru bol mu bol ama insanı az bir orman varmış. Öyle bir ormanmış ki bu, ağacın her türlüsünü barındırırmış bağrında. Akasya mı dersiniz, köknar mı, yoksa dut ya da kestane mi?.. Hepsi sıra sıra, kardeş kardeş yaşarlarmış büyük bir dinginlik içinde

. Ne dalaşır, ne de bozuşurlarmış birbirleriyle.

Günün ilk ışıklarıyla birlikte uyanır, ormanın birbirinden güzel canlılarına yoldaşlık yaparlarmış gün boyu. Hem de ne gün boyu? Bir saniye bile gözlerini kırpmazlarmış hiçbiri. Gündüz başka, gece başka konukları olurmuş hepsinin. Güneşin, dağların ardından güleç yüzünü göstererek ışıdığı andan ta ay dede tepelerinde görünene dek gündüzün börtü böcekleriyle söyleşir; onlar uykularına dalınca da karanlıkta kol gezen dostlarına kucaklarını açarlarmış.

Bir gün değil, beş gün değil, her gün böyle olurmuş yaşamları. Böyle de sürüp gidermiş yıllar yılı… Ta ki tepelerinde, kara dumanlar bırakarak uçan demirden kuşu gördükleri güne dek… Önce sevinmişler onu gördüklerine. Yeni bir canlının, yeni bir dostun daha aralarına katılacağını düşünmüşler. Kanatlarını çırparak aralarına süzülmesini, birinin dallarında soluklanıp dinlenmesini, söyleşmesini beklemişler. Bu demirden kanatlı kuş uzun uzun tepelerinde böğürtüler çıkararak dönüp durmuş. O kocaman kanatlarını hiç çırpmadan, daireler çizerek dönermiş üstlerinde.

Bu dönüşleri selamladığında yorup gülümsemiş, yapraklarını hışırdatarak karşılık vermişler hep birlikte. Dallarını sallamışlar sevinçle. Demirden kanatlı kuş, onları umursamadan dönmüş, dönmüş, sonrada geldiği yere dönüp uzaklaşıvermiş oradan. Kırılmışlar onları umursamadan ve demirden kanatlarını hiç çırpmadan, üzerlerine kara dumanlarını püskürtüp gitmesine, üzülmüşler. Üzülmüşler üzülmesine ya, göklerden süzülüp gelen diğer kanatlı dostları bir süre sonra unutturmuş demirden kanatlıyı onlara. Onlar unutmuşlar unutmasına ya, demirden kanatlı kuş unutmamış onları. Bir zaman sonra yeniden belirmiş tepelerinde.

Hem bu kez daha çok dönüp durmuş üstlerinde, ama yine inmemiş aralarına, çekip gitmiş. Sonra bir daha, bir daha uçmuş üstlerinden. Bir süre sonra daha sık sık uçar olmuş tepelerinde caka satarak. Öyle heybetliymiş, öyle gür sesi varmış ki gökyüzünün en yürekli, en gözü kara kuşları bile kaçacak delik arıyorlarmış, o gökyüzünde göründüğünde. Hem yalnız gökyüzündekiler mi? Yer yüzündeki canlılarda ürker, kaçar olmuşlar onu gördüklerinde.

Onlar kaçarlarmş kaçmasına da bizim dingin ormanın mutlu ama meraklı ağaçları bir anlam veremezlermiş. Birbirleriyle bakışır, dudak büker, meraklı bakışlarıyla izlerlermiş olup bitenleri. Bir anlam veremezlermiş yürüyen canlıların birbirlerinden böyle korkmalarına. Çünkü onların evreninde olmazmış böyle bir şey. Ne denli güçlü olursa olsun, hiçbiri ağaç bir diğerine zarar vermeyi aklından geçirmezmiş. Hepsi özgür, hepsi kardeşçesine yaşar giderlermiş tarihle boyu. Onlar izleye dursunlar, gün de güne eklene dursun…

Demirden kanatların sayısı birden ikiye, ikiden dörde çıkmış. Gün gelmiş ki sayılmayacak kadar çoğalmışlar. Öyle bir gürültüyle uçar olmuşlar ki, dingin orman sanki gürültü yumağına dönüşürmüş her gelişlerinde. Mutlu ağaçlar da titre dururlarmış bu garip sesin etkisiyle. Fırtınaya kapılmış tüy gibi zangır zangır titrerlermiş. Ve bu gelişler sıklaşmaya, he gelişlerinde de günlerce, haftalarca sürmeye başlayınca, hepsi titremekten yorgun ağaca dönüşmüşler. Üstelik yanlarında yörelerinde de pek canlı dostları kalmamış.

Zamanla göçüp kendilerine başka yurt arar olmuşlar çoğu. Kalanlar da korkularında inlerde, kovuklarda yaşar olmuşlar. Günler, haftalar birbirini kovaladıkça demirden kanatlıların sayısı hem artmış, hem de her gün uçar olmuşlar tepelerinde. Üstelik onların gürültülerine yeryüzünden gürültüler de eklenir olmuş. Dingin ormanın eteklerinde, tekerlekli canlılar dolaşır olmuş, her gün sayıları artarak. Umursamamışlar önce, dahası alışmaya çalışmışlar onların varlıklarına. “Nasıl olsa koca yeryüzü hepimize yeter, birbirimize zarar vermedikten sonra…” diye düşünmüşler. Ama tekerlekli canlılar aralarına dalmaya , içlerinden çıkan bazı iki ayaklı canlılar bazılarının gövdesine garip işaretler koymaya başlayınca korkmaya başlamışlar.

Ve bu iki ayaklı canlıların omuzlarında taşıdıkları delikli araçlarla, gürültülü sesler çıkararak gövdelerinin arkasına sığınmaya çalışan diğer canlıları öldürmeye başlamaları daha da ürkütmüş hepsini. Hele bir gün, eteklerde yaşayan yüzlerce kardeşlerinin katledildiğini duyunca hepten yıkılmış, hepten yorgun düşmüşler üzüntüden. Her geçen gün yeni ölüm haberi aldıkça da artmış üzütüleri, yorgunlukları… ta ki sıra kendilerine gelinceye dek. Sıra kendilerine geldiğinde de zaten direnecek, dayanacak mecalleri kalmamış hiçbirinin.

Nereye ve ne için götürüldüklerini bilmeden sıra sıra kesilip biçilmiş, büyük büyük ağaçların üstlerine boylu boyunca yatırılıp istiflenmiş, sonra da terk etmişler geride kalanları mecburen. Öte yandan, dingin ormanın yorgun ağaçlarını kesmekten biçmekten, dahası kimilerini oracıkta yakmaktan bıkmamış, usanmamış iki ayaklı canlılar. Her gün daha çok zarar vermeye, her gün daha çok canlarını yakmaya çalışmışlar. Masal bu ya… Gün olmuş, devran dönmüş, koca koca kara bulutlar kaplamış gökyüzü. Gökyüzünde ne kadar su varsa boşalıvermiş aşağı. Günlerce, haftalarca aşağı inmiş gökyüzündeki su.

Yeryüzünde sele dönüşmüş. O güne dek önlerine dikilen dingin ormanın mutlu ağaçlarını da görmeyince , daha da bir şahlanmış, önüne ne gelirse sürükleyip indirivermiş dağdan aşağıya doğru. İki ayaklı canlılar can korkusuyla kaçıvermişler sağa sola, ama kurtaramamışlar kendilerini bu azgın sulardan. Dorukta bıraktıkları birkaç yorgun ağaçtan yardım beklemişler ya, onlar da öylesine yorgun, öylesine bitkin ve öylesine küskünlermiş ki bu iki ayaklı canlılar karşı, kıllarını bile kıpırdatmamışlar onlar için.

Kıpırdatsalar bile azgın sulara engel olacak gücü kalmamış hiçbirinin. O yüzden seslerini çıkartmadan gelip geçmesini beklemişler azgın sel dalgalarının. Günler, haftalar sonra birmiş gökyüzünün gazabı. Yağmur dinmiş. Kara kara bulutlar dağılmış, yerlerini güneş almış. Dingin ormanın en uçtaki yorgun ağacı, dönüp bakmış doruktan aşağıya. Bakmış ama hiçbir şey görememiş. Yalnızca bir iki demirden kanadı geçebilmiş balçığın orta yerinde.

 Bu masalı dinlemek için buraya tıklayın.

Sevgili AilelerBir Masal sitemizin size ve çocuklara faydalı olduğunu umarak masallar seçiyor, beğendiğinizi ve bizi takip ettiğinizi umuyoruz. Bizlere de faydalı olması açısından lütfen yorum bırakmayı unutmayın 🙂

Bir Masal sitemizin uygulamasını artık Akıllı telefonlarınıza yükleyebilirsiniz, Buraya tıklayarak Google Play’den Bir Masal uygulamamızı indirin.

One comment

serkan yılmaz için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir